Yapay Zekâ asla aklın yerini alamayacaktır!
Yapay zekâ pek çok alanda; matematik, mekanik ve mühendislik araştırmalarında, farklı konulardaki bilgi birikimine ulaşma hususunda büyük kolaylıklar sağlayacaktır. İnsanları zaman, eleman ve imkân israfından kurtaracak fırsatlar sunacaktır. Ama bu yararları yanında çok tehlikeli ve tahrip edici zararları da konuşulmaktadır:
1- “Yapay Zekâ”lar çok büyük maliyet oranlarını ve 100 milyarlarca dolarlık yatırımları gerekli kılmaktadır.
2- Bunlar oldukça aşırı miktarda enerji = elektrik kullanmakta, zaten dünyada yetersiz olan dengeleri daha da sarsmaktadır.
3- Yapay Zekâlar çalışırken, yüksek oranda ve hızla ısınmakta ve bunları soğutmak için, zaten su kıtlığıyla boğuşan dünyamıza, ekstra su kullanma külfeti oluşturmaktadır.
4- Yapay Zekâ bilemediği sorulara, alâkasız yanıtlar uydurmakta, yani bir nevi “HALÜSİNASYON”lara = hayali kurgulara başlamaktadır.
5- Yapay Zekâlar, dolandırıcılık, sahtekârlık, iftira tuzakları ve ahlâksız görüntü yansımaları gibi temel insan haklarına aykırı icraatlarda kullanılmaya çok müsait durumdadır.
6- Yapay Zekâ yaygınlaşırsa, çok tehlikeli boyutta işsizliğe yol açacaktır.
7- Yapay Zekâlar giderek beyin tembelliğine ve yetenek körelmesine sebep olacaktır.
8- Yapay Zekâ, Siyonist ve Emperyalist zalim odaklarca; tüm insanlığı “uzaktan kumandalı robotlara” daha doğrusu, insanlığı “kökten köleler konumuna” taşıyacaktır.
9- Yapay Zekâlar, her ne kadar ileri ve gelişmiş teknolojiler olarak sunulsa da, aslında insan beynine göre oldukça ilkel ve geri konumdadır. Çünkü insan beyninin en önemli fonksiyonlarından olan “kıyas ve muhakeme = karşılaştırma, doğru ve adil karar alma” kabiliyeti yapay zekâlarda bulunmamaktadır. Yani yapay zekânın gerçek anlamda aklı yoktur, vicdanı yoktur, maneviyatı ve sorumluluk hissiyatı yoktur, şefkat ve merhamet gibi duyguları ve duyarlılıkları yoktur. Bu nedenle hem kandırılmaya hem de şaşırtılmaya müsait durumdadır.
İnsan beyninin kapasitesi ve aklının yetenekleri evrenden de geniş kapsamlıdır!
Evren kuşkusuz çok geniştir ama, insan aklı evrenden de geniş donanımlıdır. İnsan aklının genişlemesi ise bilim ile olmaktadır. Böylece evrende görünmeyen nesneleri de görüp anlayan, ayrı boyutlardan sayısız evren dizisi olduğunu bulan, uzayın kuvvet alanlarının ve görünmeyen karanlık gök kapılarının erişilmez bölgelerine uzanan ve böylece tüme varan BİLİMSEL DÜŞÜNCE yeteneği kazanmaktadır. Böyle bir düşünce ise en büyük nimetimiz aklın sayesinde harika ve hassas bir sonucu olan BİLİM ile mümkün olmaktadır.
Çünkü Allah “Kalemle yazmayı” ve insana bilmediğini de talim buyuran EL-ÂLİM’dir. Bilimin öğretilmesini de öğrenilmesini de O emretmiştir.
Tarikat terbiyesi ve tasavvuf disiplini ile ve bilinen en hızlı hareket eden RUH ve AKIL vasıtasıyla, tayy-ı zaman ve mekân (zaman ve mekân kayıtlarını aşmak, Bak; Enbiya: 104, Zümer: 67) sayesinde evreni dolaysız keşfeden evliyalara “susması = sırlarını saklaması” yaraşır; evreni dolaylı olarak bilimle keşfeden bilginlerin ise “susmaması = bilimsel gerçekleri yazıp konuşması” lazımdır. Yazılarımızın ve kitaplarımızın bir başka amacı da bu yükümlülüğü yerine getirmektir.
İslam’ın ilk emri “Oku”maktır. Allah’ın adıyla yani Allah’ı araştırarak, Kâinat ve Kur’an Kitabından okuyarak aklen bulma yoluyla anlamaya çalışmaktır.
Bilim denen şey, aynı zamanda bir sonsuzluk kulesine tedricen tırmanmaktır. O kulenin ARŞ denen tavanında ne olduğunu merak edip anlamaya çalışmaktır. Bizler bu kulenin ARZ denen tabanında o kadar küçük irade sahibi biri olmamıza rağmen, aklımız bu gerçekleri araştırmaktadır. Ancak bu kulenin girişinde şöyle bir hadis bizi önceden uyarmaktadır:
“Allah’ın Zatı üstüne değil; yarattıkları üzerinde düşünüp yoğunlaşın!..” (Âclûnî – Keşfü’l Hafâ 1/357)
Böylece imkânsızlığın ardına geçmek, yani evrendeki farklı zaman ve mekân boyutlarında gezinmek için önümüzdeki rehberimiz KUR’AN-I KERİM’dir, bilimin yol göstericiliğidir.
Elbette, ALLAH’ın bilim hazinesindeki nasibimize ulaşmak öyle kolay değildir, ama gerçek bir bilgin bu zorluğu kolaylatabilmektedir. Çünkü bilgin eğer “Müslüman” olmuş ise artık “âlim” olmaya başlamış demektir. Müslüman bilginin ana kitabı ise kuşkusuz Kur’an-ı Kerim’dir.
Bu bağlamda Allah için yapılan çabaların, Allah’ın hoşnut olduğu kavramların en başında İLİM ve onun kaynağı Kur’an ve Meal-i Kerim gelmektedir. Öyleyse şimdi “Allah için ilim öğreniyorum” diyerek; Meal-i Kerim’e yoğunlaşmamız gerekir. Çünkü bilim; Allah için yapılanların en zahmetlisidir, gizli hazinenin bilinmesi için en önemlisidir.
Akıl, bilgi, kültür, inanç sahibi mü’min bir kişi olarak, bu dünyada ne alırsanız o kişilikle sonsuzluğa gideceksiniz. Evet, herkes kaldığı yerden devam etmek üzere dirilecektir. Şehit; akan kanıyla ve siz, dünyadaki bilgi-görgü donanımınızla ve şimdiki düşünceniz ve meşguliyetiniz neyse onunla dirileceksiniz, çünkü kabirden sonra orada kişilik değişikliği olmayacaktır. Yani, “canı çıkmış, ama huyu çıkmamış” olarak siz, siz olarak kabirden mahşere kalkacaksınız!..
Kopan film böylece yeniden bağlanmış olacak ve kaldığımız yerden, iyi-kötü mizacımız ve mizanınız, yani ayarınız, ahlâkınız ve amacınız neyse o davranışa göre değer bulacaksınız. O halde dünyadan bilim, irfan, âdab ve erkân elde etmeye ve onu götürmeye bakmalıyız.
Bilim; Allah’ı düşündürür ve boş zamanınızdaki içinize sinmeyen olayları, yasakları, günahları yapmaktan alıkoyar.
Hadiste: “Bir saat tefekkür bir yıllık ibadetten hayırlıdır.” (Suyuti – Camiüs Sair 2/127)
İlim öyle bir hakikat ve hikmettir ki, imansızı, dinsizi ya da bâtıl dindeki bir kimseyi ebedi cehennemden, ebedi cennete götürecek kadar büyük sırlar içerir.
“Göklerin ve yerin kilitleri (ve bunların içerisindeki tüm varlıklar ve olaylarla ilgili hard disk misali, çok özel ve gizli bilgi hazinelerinin açılış şifreleri) O’nun (kudret elindedir. Anahtarları ise imanla birlikte akıl ve ilimdir). Allah’ın ayetlerine (karşı çıkıp bunlara itiraz ve) inkâr edenler ise; işte onlar, hüsrana uğrayanlardır.” (Zümer: 63) ayeti işte bu gerçeği haber verir.
“Araştıran Batılılar niçin Müslüman oluyor? Gerçek ve örnek bilim adamı nedir, kimdir ve ne düşünür, nasıl düşünür?” bunları da Milli Çözüm öğretir.
Evren nedir, sırları ve sınırları nelerdir? Niçin ve nasıl yaratıldı? Nasıl yok olacak? Yaratan yaratmadan önce ne yapıyordu? Yüce Yaratıcı’nın özelliği, niteliği, niceliği, Asrın Sahibi ve öğretileri nelerdir?
İyi, kolay ve sabırlı yoldan bir akış içinde bu soruların cevabı da Milli Çözüm’de ve hazırladığı Meal-i Kerim’dedir.
Evren çok ama çok geniştir. Ancak onun dışındaki Evren ise ondan milyonlarca kez daha geniştir ve trilyonlarca yıl boyunca ve uçak hızıyla bile oraya ulaşılması mümkün değildir.
Akıl ve Evren Kavramı
Bilinen ve keşfedilen Evren, bilinmeyen Evren’e nazaran, bir stadyumdaki belki de bir futbol topu kadar küçük sayılır.
“Kün = Ol!” emriyle iğne ucu gibi bir noktadan yaratılan Evren, Allah’ın dilemesi ve takdir etmesi ile sonra bir bilye, daha sonra futbol topu, sonra dünyamız kadar ve böylece sürekli genişleyerek, şimdiki akılalmaz devasa büyüklüğe ulaşmıştır.
İşte bu oluşu bir filme-videoya çektiğimizi varsayalım. Bu filmi yeniden (video bandı tersinden izlemek gibi) fakat ters olarak oynatalım.
O zaman Evren genişleyeceğine büzüşüp daralmaya başlamış olacaktır. Bu arada soğuyacağına ısınacak; kararacağına aydınlanacak, büyüyeceğine küçülmeye başlayacaktır. Bu durumda birbirinden uzaklaşan galaksiler de tersine birbirine bitişmeye yanaşacaktır. Üstelik galaksilerin giderek küreleştiğini ve içlerinden birer “Kuazar” (aşırı parlak ve çok uzak yıldız adaları) çıktığını görecek ve şaşıracaktık. Artık yıldızlar yerine sadece ateş-enerji bulunacaktır. O dev süper-hiper-meta galaksi toplulukları (salkımlar) sadece birer süper Aknokta (Kuazar) olarak karşımıza çıkacaktır. İşte biz o kuazarlardan birine gitmeye niyetlenmiş olalım.
Evren ise kendi üzerine dolanan ve bu haliyle salyangoz kabuğunun spirali gibi, aynı zamanda “nabız” benzerinde impuls atmasıyla kendi üzerine dolanarak genişleyen bir yapıdadır.
“(Allah) Geceyi gündüze bağlayıp-katmakta, gündüzü de geceye bağlayıp-katmaktadır, (Dünya’nın dönüşünü şaşmaz bir düzene bağlamıştır;) Güneş’i ve Ay’ı emre âmade kılmıştır, her biri adı konulmuş bir süreye kadar (böyle uzayda) akıp durmaktadır. İşte bunları (yaratıp düzene koyan) Allah sizin Rabbinizdir; mülk O’nundur. O’ndan başka taptıklarınız ise, ‘bir çekirdeğin (beynin) incecik zarına’ bile malik olmayan (zavallılardır).” (Fâtır: 13) [Not: İnsan beyninin yapısı, her biri ayrı bir beyin gibi çalışan 100 milyarlarca NÖRON sinir hücresinin kendi aralarındaki irtibatı, yaşanan ve öğrenilmiş olan her şeyi kayıt altına alması; aynen uzaydaki 100 milyarlarca yıldız arasındaki insicamı (intizam ve intisabı) andırmaktadır. İşte bu Ayet-i Kerime, muhteşem kâinat düzeniyle, ince bir zarla sarılan insan beyni arasındaki benzerliğe işaret buyurmaktadır. Böylece aydınlıkla karanlıklar (ilim ve bilimle bağnazlıklar), yıldızlarla uydular, olgularla duygular bağlamına dikkat çekilmiş olmaktadır.]
Bilimin matematik hesaplarına göre eğer evren 16-20 milyar yıl yaşındaysa bu kabuk kendi üzerine 7 kez dolanmış, artık 8. dolanımını, iyice küreleştiği için yapamayacak hâle gelmiştir.
Zaten evrenin sıcaklığı 2,7 derece daha düşerse, kendi üzerine sarılarak dolanma ivmesi duracak, dev bir merkezi karadeliğe çökmek üzere genişlemesinin tersine hızla büzüşecektir.
Çünkü genişlemesi, yaratılış, patlama enerjinin itici gücünden kaynaklanmaktadır. O halde 16 ila 20 milyar yıl boyunca kendi üzerine 7 kez dolanmış evrenin bu durumuna “gökleri 7 kat olarak yarattığını” bildiren Nuh Suresi 15. ayeti ile işaret edilmektedir. Yolculuğumuzu bilgilendirme molalarına rağmen ışıktan hızlı gittiğini varsaydığımız uzay gemimizin rotasını önümüzdeki Kuazara hedeflediğimiz yerden sürdürdükçe, geçmişte o kadar geriye gitmiş olacağız ki, evrenin büyüklüğü önce dünya kadar, sonra futbol topu kadar ve sonra da bilye kadar küçülecek, ama evren hâlâ bize yine de ÇOK BÜYÜK gelecektir. Çünkü bu bilyacıkta tüm galaksi topluluklarının ve trilyonlarca yıldızın, ayrıca dünya ve ışık gemimizin bütün içeriği hazır vaziyettedir. Bindiğimiz, ışıktan hızlı giden uzay gemimiz de onun içindedir.
Böylece o kadar küçük bir noktaya ulaşırız ki, o minicik nokta, AKDELİK olup, “OL!” emrinin merkezidir.
Maddenin cehennemî bir enerji biçiminde olduğu bu AKNOKTACIK; en başta yaratılan bütün evrenimiz olup, aynı zamanda, “sonun başlangıcı; başlangıcın sonu” konumundadır.
Sonsuz küçük bir noktacık (kuant) olarak yaratılan bu evren, aynı zamanda evrenimizdeki en küçük uzay aralığıdır. Yani BÜYÜK İLE KÜÇÜK AYNI YERDE durmaktadır.
Allah’ın sonsuz ilmi ve kudretiyle, en küçükten en büyük yaratılabiliyor. Aynı zamanda “En uzak ile yakın” bitişik bulunabiliyor, aradaki uzay mesafesi ve zaman mesafesi sıfırlanabiliyor.
Üstelik bunların tümü “tekillik” denen bu mikro noktada boyutsuz ve bütün halinde durabiliyor.
Eğer ışıktan hızlı uzay gemimizle yolculuğumuzu sürdürebilseydik, bu en mini AKNOKTANIN içinden geçmiş olacaktık.
Planck sabiti; makro evrenin yerini mikro evrene bıraktığı madde ve enerjinin en küçük uzay aralığıdır.
Madde bu sabitin tavanında sonlanır ve tavan ile taban arasında “Kuant denen enerji noktaları” bulunmaktadır.
Biz, Süper Uzay’a çıkmadığımızı varsaysak, bu karadelikten dışarı evrene gitmeyi istesek bile, aslında bir karadelik, daima bizi yeniden yutacağından, yeniden göklerin ve yerin çizgilerine hapsolup kalacağız.
“Ey cinn ve ins(an) toplulukları! Haydi gücünüz yeterse, göklerin ve yerin (çevre) bucaklarından (ve sınır çıkışlarından) geçip gidin! Bunu ancak üstün bir güç ve kudretle (büyük servetlerle elde edilen yüksek bir teknolojiyle) başarabilirsiniz. (Yoksa öyle kolaylıkla engelleri-mesafeleri aşıp uzaydaki duraklara ulaşamazsınız.)” (Rahmân: 33) ayeti uzayda yolculuğun imkânsızlığına değil, SULTAN olarak tanımlanan çok üstün bir teknolojiyle bunun başarılacağına işaret buyurmaktadır.